İstanbul’dan Varna’ya…
Mücadele İnsanı Fatma Nudiye Yalçı (1904-1969)
“Fikri içtihat Anayasaya göre serbest olduğundan ben Marksistim.”
Devrime adanmış mücadele dolu bir hayat ve yaşamının sonuna kadar tercihlerine bağlı, yoldaşlarına sadık bir şahsiyet, bir kişilik, bir örnek.
Yaşamını mücadeleye adamış bir insan, komünist bir kadın, 30’lu, 40’lı yıllarda, faşizmin kol gezdiği bir dünyada, coğrafyamızdaki o karanlık günlerde, yaşamının önemli bir bölümünü zindanlarda geçirmiş ve Varna’ya uzanan bir sonla aramızdan ayrılmış Fatma Nudiye Yalçı…
Yaşamını İşçi sınıfının kurtuluşu mücadelesine adamış, “Proleterleşmiş Aydın “olmayı hedeflemiş, komünist aydın, Marksist Fatma Nudiye Yalçı…
Türkiye sınıflar mücadelesi tarihinde, her koşulda örgütlü olarak yer almış, son nefesine değin bir an bile seçtiği düşünce ve davranış biçiminden her türlü maddi-manevi baskılar karşısında bile kesinlikle ödün vermemiş Fatma Nudiye Yalçı…
Hareket içinden-dışından gelen bilinçli olarak yapılan sapma-saptırılma eğilimleri karşısında kesinlikle yılgınlığa düşmemiş, aksine her yenilgiden sonra daha bir direngen olarak mücadeleyi, düşünce ve davranış biçimini paylaştığı diğer yoldaşlarıyla birlikte omuzlamış. 1930’lar Türkiye’sinde, o yoz, geri ve karanlık dönemde, solcuların nefeslerinin bile dinlenildiği ile övünülen ülkede, değil bilimsel sosyalist öğretilerin, en sıradan teorik yayınların bile baskılar karşısında yayınlanmadığı, bir dönem sosyalist hatta komünist olduklarını söylemiş. Döneklerin Kemalizm’le dirsek temaslarını bitirip uyuşmaya geçtikleri, daha sonra hayata geçirilecek o ünlü 1938 komünist avının planlarının yapıldığı bir ülkede ve Avrupa’da faşizmin tırmanışa geçtiği bir dünyada, mücadele ve hayat yoldaşı Kıvılcımlı ile birlikte Marksist yayınların çevrilmesi, yayınlanması, kitlelerce okunmasının örgütlenme-sini bilfiil (kendi yazdıkları da olmak üzere) yapmış. Bu çalışmalarının karşılığı olarak Donanma Davası’ndan mahkûm edilerek uzun yıllar cezaevinde yatmış bir kadın, Fatma Nudiye…
Yalçı, kendi döneminde bir-iki gözaltı, bir-iki geçici tutuklanmalarla birdenbire yıllar sonra, 1980 sonrası Türkiye’sinde sosyalist kadın tarihimize (yaratılmış!) malzeme olarak sunulan burjuva, küçük burjuva aydın kadınlar arasında yalnızca bir cümleyle, aldığı ceza ile ilgili, o sansasyonel yanı daima ön plana özellikle çıkarılan ünlü Donanma Davası’nın adı geçerken bahsedilmiş olmasına rağmen, aldığı bu uzun cezayı yiğitçe karşılamış, ödün vermeksizin uzun yıllarını cezaevi cehenneminde geçirmiştir.
Cezaevinde geçirilen o uzun yıllar, onu daha bir kararlı, daha bir bilinçli yapmış ve dışarıya çıktığında içeride devam ettiği mücadelesine dışarı koşulları içinde, bıraktığı yerden hiçbir yılgınlık, yorgunluk izi taşımadan mücadeleyi omuzlamıştır.
Yıl 1950’ler. Birbirini izleyen solcu-komünist avlarından sesi soluğu çıkmaz olmuş, finans-kapitalistlerin ünlü deyimiyle canına ot tıkanmış komünistlerin kökünün kazındığı çığlıkları ile kendinden geçmiş ve bu rahatlığı yaşamanın zevkine varmış finans-kapitalin varlığı ile de uzun bir süre daha sesini çıkartacak gücü bulamayacak durumda olan bir sol. Bunun yanında soğuk savaş rüzgârlarının estirildiği bir dünya.
Var olmak için, var olduğunu göstermek için çıkılan legal partili mücadele. Mücadele alanını terk etmemek için, meydanı finans-kapitale boş bırakmamak için, kimsenin bir şey yapılamaz dediği, denmekten öte sanki bilinçlice bu izlenimi veren bir şey yapılamayacağının bilinçlere kazılmasının örgütlendiği bir ortamda var olma, var etme mücadelesi.
“İşte, Vatan Partisi, o panik karanlıkları içinde her ne olursa olsun İşçi Sınıfı, hak ve varlığının, yaşama savaşının bayrağını yere düşürtmemek için kurulmuştu. Daha kurulduğu gün, bunca yıl sosyalizm savaşçılığında öldürülmüş kimselerin teröre (zılgıda) meydan okuma gibi gelen bu cüretleri iki satırlık ihbar biçiminde İçişleri Bakanlığına duyurulmuştu… Vatan Partisi savaşı: Şu veya bu iç nedenlerle açılmış gedikten hür boşalış değil, bütün tıkanık bentlerin üstünden atılış oldu.” [1]
Yine Kıvılcımlı ile birlikte mücadele ve yaşam yoldaşlığı ve İşçi Sınıfı Partisi, Vatan Partisi dönemi, 1957 seçimleri sonuna dek…
Çok özet olarak anlatılarak 1950’li yılların son çeyreğine geldiğimizde, yine yapılanların karşılığı alınacak, doğal değil mi?
Yine baştan, devletin, daha önceki zindanlarına göre, gelinmiş olunan teknolojik aşamaları hiç de ihmal etmeyen yöntemlerini, yıllardır kazandıkları deneyimleri de içerecek biçimde yöntemlerini uyguladığı zindanları, Vatan Partili yoldaşlarıyla birlikte hep beraber yaşadığı, İşçi Sınıfı mücadelesinin karşılığı olarak payına düşen Harbiye zindanları.
“…Vatan Partilileri Harbiye zindan hücrelerinde aralıksız 1 yıl gündüz ışığı göstermemecesine her türlü insan haklarından yoksul, her işkenceye her an uğratılarak ölüme bıraktı. …2 yıl sonra Vatan Partililer iktidarın en güvendiği Ağır Ceza’da beraat ettiler. Yalnız çoğunun lekesiz dişleri, sertçe ekmek kabuğunu ısırırken peynir gibi çatırdayıp dökülü dökülüverdi.” [2]
Çekilen bunca acıları, işkenceleri bilfiil mücadele içinde geçen bir yaşamda, yalnızca bulunduğu konağın somut mücadele biçim ve parolalarını belirlerken anımsanan nesnel gerçeklik olarak belleğinde yer etmenin dışında başka bir iz bırakmayan acılar olarak algılamış bir insan. Düşünce ve davranışın birbirinden ayrılmazlığı ilkesini tüm yaşamında rehber edinmiş, insanlığın kurtuluşu olan yüce ülküye kendini adamış bir devrimci. Adamakla kalmayıp bu yüce ülküyü hayata geçirebilmek için mücadelesini, bireysel mücadelenin çözümsüzlüğü bilinciyle daima ve daima koşulları son kertesine dek zorlayarak, hiç yılmaksızın teşkilatlı olarak sürdürmüş, mücadelede tercih ettiği sınıfın yanında bir ömür boyu hiç ödün vermeksizin yer almış bir kadın.
1935’lerde başlayan, Kıvılcımlı ile olan bir ömür boyu süren yaşam ve kavga arkadaşlığı, yoldaşlığı. Ne tutuklamalar ne cezaevleri ne ikili ilişkilerdeki kişisel tercihler bu birlikteliği sekteye uğratamamış. Her koşulda birlikte mücadeleyi sürdürmüşler, her türlü zorluğa rağmen birbirlerinden hiç kopmamışlar, hedeflerine birlikte yürümüşler, teoride, pratikte birlikte üretmişler Varna’daki hazin sona kadar.
Ne acıdır ki bu hazin son, 2 yıl sonra Ekim 1971’de, bu kez Belgrad’da tekrarlanacak ve Kıvılcımlı yitirilecektir.
Yaşamını İşçi sınıfının kurtuluşu mücadelesine adamış, “Proleterleşmiş Aydın” olmayı hedeflemiş, komünist aydın, Marksist Fatma Nudiye Yalçı, yaşamını biz ardıllarına örnek ve rehber olacak şekilde sürdürerek, 1904 yılında İstanbul’da başlayan yaşam serüvenini Temmuz 1969’da 65 yaşında, Varna’da noktalamış.
Fatma Nudiye Yalçı için son söz olarak yazılabilecek bir cümleyi başta belirterek başlıyoruz.
Yalçı’nın hayatına vicdan-vefa üzerinden, haksızlığa uğramış-hakkı yenmiş, mağdur olmuş hatta zavallı gibi kendilerinden menkul en iyimser tanımla duygusal kavramlarla yaklaşanlara (iyi niyet-art niyet, bilgi eksikliği-yanlış bilgi vb. gibi nedenlerle olabilir) bir yana… Yalçı’nın hayatı, mücadelesi, tüm bilinmeyenlere rağmen eldeki bilinenlerle incelendiğinde denilebilir ki, karşımızda kadın, aile, sosyal, entelektüel, aydın ve politik kimlikleriyle komple bir insan bulunmaktadır.
Donanma Komutanlığı Askerî Mahkemesinde, o meşhur Donanma Davası’nda, 1938’de yargılanırken, tutuklu olarak sorgu yargıcına ifadesinde adeta haykırmış:
“Fikri içtihat Anayasaya göre serbest olduğundan ben Marksistim.”
(Bu yazı, ”Fatma Nudiye Yalçı Komünist Kadın Yoldaş” [3] adlı kitabın ilk söz bölümünden derlenmiştir.)
[1] Hikmet Kıvılcımlı, Vatan Partisi Tüzüğü ve Programı, Kıvılcımlı’nın 71’deki 2.baskı için kaleme aldığı, 1.4.1971 tarihli “İşçi Sınıfı Partisi’ne Giriş” adlı yazıdan, s.11
[2] A.g.e., s.20
[3] Memnune Kayagil, Fatma Nudiye Yalçı Kadın Komünist Yoldaş, Belge Yayınları, Eylül 2023, Istanbul