Kıvılcımlı’yı, yakında Belge Yayınları’ndan çıkacak olan, “Kıvılcımlı 3 Kitap 3 Kritik A.Toynbee İ.Küçükömer N.Berkes” kitabıyla yitirişimizin 54. Yılında anıyoruz.
Kıvılcımlı, bu kez, 3 Yazar ve 3 Kitabı, Tenkit silahı ve Hakikat metoduyla kaleme aldığı 3 Makale ile inceliyor.
3 Yazar, Arnold J. Toynbee, İdris Küçükömer ve Niyazi Berkes.
3 Kitap, Bir Tarih Çalışması, Düzenin Yabancılaşması ve 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz?
Tarih Tezi Işığında Tarih’e Bakış, 3 Makale ise:
Arnold J. Toynbee Üzerine Bir Kritik, Tarih Tezi Işığında Bir Toynbee Kritiği
İdris Küçükömer’in, Düzenin Yabancılaşması Kitabı Üzerine Bir Kritik
Niyazi Berkes’in, 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz? Kitabı Üzerine, “Çağdaş Uygarlık” Efsanesi” Başlıklı Bir Kritik.
3 Yazıdan kısa alıntılar.
Arnold J. Toynbee Üzerine:
“Toynbee gibi bir kaç düzine “Bilgin-Şair” e ihtiyaç duyulacaktır. Dünyamızın en az üçte birini hala kaplamış bulunan Emperyalizm düzeni ayakta kaldıkça, Toynbee gibi daha nice Tarih üfürükçülerine en yaldızlı ipek bilim kürkleri giydirilecek, kendileri, “Büyük Doktrinler” kürsüsünün baş köşesinde “izaz, ikram” göreceklerdir. Bunun önüne geçilemez.
Mecbur muyuz Toynbee’lerle uğraşmaya? Başka dünyada yaşasak, bir psikopatın paranoid sasal[1] bunaklığı ancak akıl hastahanesi uzmanlarına malzeme olabilirdi. Emperyalizmin göbeğinde kıvrandığımıza göre, Emperyalizm ise yalnız gizli polisi, açık nükleer silahları ile değil, asıl Toynbee vari insanlığı “kafadan gayrımusellah”[2] edici doktrinleriyle ayakta durabileceği için, Toynbee leri ciddiye almak zorundayız.
Hiç kuşku yok, Toynbee meczubunun 10 ciltlik paranoid çabası Tarihi Allaha ısmarlamak amacı uğruna harcanmıştır. Bütün o ciltler dolu sayfalara istiflediği Tarih olayları, hep ve yalnız kayagan yerlere serpiştirilmiş Dincil yorumlara siperlerdir. Bu uğurda Toynbee’nin yapmayacağı yoktur. Her dine, her kalıba, her masala girer. Yeter ki, anaçizisi: Tekkişi yi İnsanüstü allahlaştırma ülküsü bir sözde dayanak bulsun.”
İdris Küçükömer’in, Düzenin Yabancılaşması Kitabı Üzerine:
“Bay İd. Küçü bütün tezini “tarih” üzerine oturtmaya çalışıyor. “Tarihi toplum dokusu” sözünü sık sık kullanıyor ve yalnız o sözü kullanmakla: Tarihin istenildiği gibi biçimsizleştirilebileceğine, hatta tersine çevrilebileceğine inanıyor. Elbette “tarih” önemli bir şeydir. Hatta bilimcil sosyalizmin ispatladığı gibi: Tarih gelenek ve görenek denilen “üretici güçler”in kaynağı olduğu için yalnız geçmişin değil bugünün de yaratıcı ve aktif güçlerinden biridir. Bay İd Küçü’nün tekrarlaya tekrarlaya anlamını kaçırttığı “temel çelişki” yanlış yanlış söylediği o “üretim güçleri”nin eseridir.
Ancak tarih var, tarihçik var. Skolastik veya metafizik tarih var. Bu da tarihin kendi diyalektik gerçekliğidir. Bilimcil sosyalizmin iki büyük kurucusu bile, kendi ömürlerinin ve çağlarının materyalleri yetmediği için kendilerinden sonra gelenlere tarihi ciddiye almalarını ve iyi yani diyalektik metotla incelemelerini her fırsatta tembihlemiş durmuşlardır. Tarih, metafizik veya skolastik metotla ele alınırsa içinden çıkılmaz bir kargaşalığa döndürülür ve her [tür] kalp gerekçelerine tabak tutar. Ancak her varlık gibi tarihin de büyük diyalektik kanunlarla işlediği ve bu kanunların gerçekliğini objektif ve somutça kavranırsa anlaşılabileceği ve bugüne yararlı olabileceği göz önünden bir an kaçırıldı mı, tarih tarih olmaktan çıkar. İçinde sömürü zamanı simsarlarının cirit attıkları bir sihirbaz kazanına çevrilir…..
Bay İd. Küçü’nün tarih anlayışı olarak aklından geçenler şu sözleriyle özetlenebiliyor:
“Feodalite düzeni içinde daha önce ortaya çıkan burjuvalar, ülkelerarası ticaretle birlikte (lonca sistemi yanında) sınai imalatı da geliştirerek sermaye birikimini arttırmaya başladılar. Bu daha çok ticaret sermayesi ve tefeci sermayesi idi.” 14
İşte bu iki cümle, bütün bir programdır. Ve bu program Bay İd. Küçü’nün en parlak tetebbularla[3] kurduğu düşünce şatosunu iskambil kâğıdından teyellenmişçe temelinden havaya uçuracak dinamite benzemektedir. Dinamik canlılığı insanlığı sel gibi akıtmış tarih ancak bu denli ölü, skolastik bir maşatlık[4] gibi gösterilebilir.”
Çağdaş Uygarlık Efsanesi:
“Modern kurtuluş hareketine giren milletlerde, modern sanayi ecnebi emperyalistlerin finans kapital tekelinde idi. Milli toprak ve para beyleri ecnebi uşağı ve ajanı durumunda kaldılar. Batı kapitalist sınıfları gibi hareketin önüne geçmek, mümessili olmak şöyle dursun, milli kurtuluşları arkadan hançerlediler. Yerli Tefeci-Bezirgânların dinleri imanları ecnebi finans kapitalinin sofrasından dökülecek kırıntılarla geçinmekti. Efendileri ecnebi emperyalistler ezildikten sonra, onların yerli ajanları hemen sahneye çıkıp Batı burjuvaları gibi iktidara geçiveremezler, siyasi manevralar çeviremezlerdi. Onların yapabilecekleri bir şey vardı. Onu da pek iyi becerirlerdi. Altı yedi bin yıldır, her antik medeniyet yıkılışında “gidene begim, gelene paşam!” demekte üstattılar. “Müslüman” adı taşıdıkları “Türkçe” konuştukları için, dün ihanet ettikleri dindaşları, dildaşları Türkiye halkı içine göze batmadan karışıp kaynaşıverdiler. Herkesten daha aşırı Kuvayımilliyeci kesilmeyi bildiler. Deli sellerin geçip geriye rahatça oturacakları yumuşak kumların kalmasını sabırla beklediler. Onlar “Hancı”, kuvayımilliyeciler “Yolcu” kaldıkça, daha çok bâdireler atlatmanın, bin bir çeşit “İyyâz[5] ikrâm” ile yolcuları geçirmenin kolayını bulurlardı. Çünkü “egemen sınıf” kendileriydi. Yolcular “egemen”liğin tadına vardıkça, er geç onların kapısını çalacaklardı. Hep “Din gardaşı, dil gardaşı” değil miydik? Doğunun halk denilen sınırsız ve şuursuz acemi çaylaklar kara kalabalığı her ihaneti unutmakta bin yıllık rekorlar kırmıştı. Yeter ki bir yol kovuğuna dönüp günlük ekmek derdine düşsündü.”
Kitaba yazdığımız Son Söz’den:
“Burada bitiyor elimizdeki orijinal el yazmaları. Yarım kalmış, mutlak devamı olmalı. Ama nerede? Hangi Adliye deposunda, hangi yangınlar, su basmalarına maruz kalarak yok olmuşlar mı? Yoksa, 70 Yıllık bir ömürde hangi ev baskınlarından, hangi polis aramalarından, hangi ceberrut devlet el koymalarından kendilerini kurtarabilmişler mi? Kimin zulasında, hangi kitaplığın hangi tozlu raflarında, hangi tozlu, nemli dosyalarda, depolardaki hangi kolilerde, yüzyılı varan önceki zamanlarda hangi torbalarla, hangi valizlerle oradan oraya taşınırken nerelerde kaldılar, hangi evlerin beton duvarlarının içine hapsedildiler belki bir gün özgür günlerde açığa çıkartırız diye, hangi korkularla elim varmıyor yazmaya ama banyolarda-sobalarda ateşe atıldılar, aynı kaderi beş aşağı beş yukarı paylaştıkları diğer binlerce sayfa el yazmaları gibi. Bilmiyoruz. Uzun çabalar sonucu bu kadar oldu. Vazgeçilmeyecek araştırmalardan, tek bir sayfanın dahi peşine düşülmekten.”
Yazıların orijinalleri ve Resim, IISH’daki Kıvılcımlı Arşivinde değişik dosyalarda, çoğunluğu eski-türkçe olan diğer dokümanlarla birliktedir.
Resmin ise, 50’lerin başında, Kıvılcımlı’nın kaleminden çizildiğini tahmin ediyoruz.
Bu 11 Ekim’de de , onu yitirişimizin 54.yılında, annesi Münire Hanım ve teyzesi Seher Hanım’ın arasında ve Varna’dan Fatma Nudiye Yalçı ile sonsuzluğa uzandığı Topkapı’daki mezarı başında sevdiği kır çiçekleriyle anacağız.
[1] Sözcük tam okunamadı, sasal olarak yazıldı.
[2] Kafadan gayrimüsellah, kafadan silahsızlanmış, silahsızlandırılmış.
[3] Tetebbu, inceleme, araştırma tetkik anlamında.
[4] Maşatlık, mezarlık anlamında.
[5] İyzaz: Saygı